YILLARA SARİ İNŞAAT VE ONARIM İŞLERİ

 

193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun (GVK) 42. Maddesine göre; “…Birden fazla takvim yılına sirayet eden inşaat (dekapaj işleri de inşaat işi sayılır) ve onarma işlerinde kar veya zarar işin bittiği yıl kati olarak tespit edilir ve tamamı o yılın geliri sayılarak, mezkur yıl beyannamesinde gösterilir..” denilmektedir.

Geniş bir uygulama alanı bulan yıllara sari inşaat ve onarım işlerinin vergilendirilmesi ayrı bir özellik arz etmektedir.Dolayısıyla işe başlama tarihinden itibaren işin bitim tarihinin bir takvim yılından fazla sürmesi durumunda takvim yılı esası uygulanamayacağı için bu tür işler için birtakım kuralların belirlenmesi gerekmektedir.

Bir inşaat ve onarma işinin GVK 42’inci madde kapsamında ele alınabilmesi için;

  1. işin inşaat ve onarma işi olması,
  2. inşaat ve onarım işinin başkalarının hesabına ve taahhüde bağlı olarak yapılması,
  3. inşaat ve onarım işinin birden fazla takvim yılına sirayet etmesi gerekir.

Bu şartlara haiz işler yıllara sari inşaat ve onarım işleri olarak kabul edilmektedir. Yıllara sari inşaat ve onarım işlerinde özellik arz eden iki husus daha bulunmaktadır Bunlar da;

  1. İnşaat ve Onarım İşinde İşin Başlangıç Tarihi;
    • Yapılan sözleşmede yapılacak işin yer teslimi öngörülmüş ise yerin teslim edildiği tarih,
    • Sözleşmede yer teslim tarihi belirtilmemiş ise sözleşmede belirtilen işin başlangıç tarihi,
    • Sözleşmede bunların hiçbiri belirtilmemiş ise sözleşme tarihi, işin başlangıç tarihi olarak kabul edilir.
  1. b) İnşaat ve Onarım İşinde İşin Bitim Tarihi;
  • Geçici ve kesin kabule tabi olan işlerde geçici kabulün yapıldığını gösteren tutanağın onaylandığı tarih,
  • Geçici ve kesin kabul usulüne tabi olmayan işlerde işin fiilen tamamlandığı veya fiilen bırakıldığı tarih,

işin bittiği tarih olarak kabul edilmektedir. Diğer bir ifadeyle, yıllara sari işlerde geçici kabul tutanağının düzenlenerek onaylanması ile iş bitmiş sayılır ve bu tarih itibariyle kar-zarar tespit edilerek takip eden yıl beyan edilir.

Vergilendirme sırasında olası gecikmeyi telafi etmek ve müteahhidin ödemedeki mali yükünü azaltmak amacıyla, yıllara yaygın inşaat ve onarma işlerinde ödenen istihkak bedellerinden GVK’nun 94. maddesi hükmüne göre vergi kesintisi yapılmaktadır.Buna göre vergi kesintisi yapmak mecburiyetinde olanlar, yıllara yaygın inşaat ve onarma işini yapanlara (kurumlar dahil) ödedikleri istihkak bedellerinden avans olarak ödenenler dahil, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben  %5 oranında vergi kesintisi yapmakla yükümlüdürler.Ancak geçici kabulden sonra kesin kabulü sağlamak üzere yapılan işler nedeniyle alınan istihkaklar, biten inşaat işiyle ilgilendirilmeksizin elde edildikleri yılın kar veya zararının tespitinde dikkate alınırlar ve gelir vergisi tevkifatına tabi tutulmazlar. Keza Yıllara sari inşaat ve onarma işinden elde edilen istihkaklar nedeniyle oluşan faiz gelirlerinin, inşaat işinin değil faiz gelirlerinin ait olduğu yılın kazancı olarak beyan edilmesi gerekmektedir.

GVK’nun 42 nci maddesi kapsamına giren birden fazla takvim yılına sirayet eden inşaat ve onarma işleri dolayısıyla alınan istihkak bedellerinden tevkif edilmiş bulunan vergilerin, yıllık gelir veya kurumlar vergisi beyannamesinde gösterilen gelire dahil kazançlar üzerinden hesaplanan gelir veya kurumlar vergisinden mahsubu neticesinde, mükellefe iadesi gereken bir verginin kalması halinde, bu vergi mükellefin talebi doğrultusunda nakden ve/veya diğer vergi borçlarına mahsup edilmek suretiyle iade edilecektir.

Bu mükelleflere ait geçici verginin hesaplanmasında da diğer mükellefler için uygulanan yöntemden farklı bir yöntem tespit edilerek,bu mükelleflerin mağduriyetlerine sebep verilmemesi amacıyla GVK’nun Mükerrer 120.maddesi hükmü gereğince söz konusu kazançları nedeniyle inşaat ve onarım işi süresince geçici vergi ödememeleri hususu benimsenmiştir.Fakat  mükelleflerin bu kazançları dışında kalan ticari veya mesleki kazançlarının varlığı halinde, bunların geçici vergilendirme dönemlerinde dikkate alınarak vergilendirilmesi gerekmektedir.

 

BAĞIMSIZ DENETİM

Bağımsız Denetim; “Finansal tablo ve diğer finansal bilgilerin, finansal raporlama standartlarına uygunluğu ve doğruluğu konusunda, makul güvence sağlayacak yeterli ve uygun bağımsız denetim kanıtlarının elde edilmesi amacıyla, denetim standartlarında öngörülen gerekli bağımsız denetim tekniklerinin uygulanarak defter kayıt ve belgeler üzerinden denetlenmesi ve değerlendirerek rapora bağlanması” olarak tanımlanabilir. Şirket ortakları ile yararlanıcıların menfaatlerinin korunmasından doğan ihtiyaç nedeniyle her zaman sağlam ve güvenilir bilgiye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konuda ülkemizde ilk olarak Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), akabinde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) ve nihayetinde Kamu Gözetimi Kurumu (KGK) ile devam eden denetim süreci büyük önem arz etmektedir. Yeni Türk Ticaret Kanunu´nun yasalaşmasından sonra bu alanda tek yetkili konumundaki KGK denetim alanında genel düzenlemeler yapmaya başlamıştır. Kamu Gözetimi Kurumu’nun (KGK) 14 Mart tarihinde yayınlamış olduğu basın bildirisine göre bağımsız denetim kapsamına girecek şirket sayısının 3500 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Türkiye’de muhasebenin hala Vergi Usul Kanunu’na (VUK) göre tutulmakta ve esas amacın ise vergi tahsilatı olduğu bilinmektedir. Fakat bağımsız denetimin temelini oluşturan Uluslararası Finansal Raporlama Standartları’nın (UFRS) amacı finansal tabloların gerçeği yansıtmasını sağlamaktır.

Bu bağlamda başta şirket ortakları olmak üzere, olası ortaklar, kredi kuruluşları, yöneticiler, düzenleyici otoriteler, kamu kurumları ile diğer bilgi ve karar alıcıları oluşturan kişi ve kuruluşlar, işletmelerle ilgili karar alabilmek için her zaman güvenilir bilgiye ihtiyaç duyarlar. Ancak işletmelerden elde edilen bilgilerin güvenilir olmama riski vardır. Mahiyeti itibariyle bağımsız denetim sonucu düzenlenen raporlar işletmenin olumlu ve olumsuz mali durumunun ne olduğunu tarafsız ve nesnel bir biçimde ortaya koymaktadır. Bağımsız Dış Denetçi tarafından tasdik edilen bir mali tablo, güvenilir, doğru ve şeffaf bir mali tablo olduğundan işletme yöneticisine daha sağlıklı ve doğru karar verebilme imkanı vermektedir. Mali Tabloları, bağımsız bir dış denetçi tarafından denetlenmiş olan işletmeler, gerek alım-satım ilişkisinde bulundukları işletmeler açısından ve gerekse ilişkide bulunacakları para ve sermaye piyasası kuruluşları açısından yapılan değerlendirmelerde, mali tabloları bir bağımsız denetçi tarafından denetlenmiş olmaları önemli yararlar sağlamaktadırlar.

Şirketler genel kurul kararı ile bağımsız denetçilerini belirlemek ve seçtikleri denetçiyi ticaret siciline tescil ettirmek, Ticaret Sicil Gazetesi’nde ve internet sitelerinde ilan ettirmek durumundadırlar. Denetçi bir kez atandıktan sonra ancak haklı bir sebebin varlığı halinde yerel Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından değiştirilebilir. Keza denetçi bir faaliyet döneminin dördüncü ayına kadar atanmak zorundadır. Ancak  denetçi atanmasında kanunda öngörülen sürelere riayet edilmemesi halinde yönetim kurulu, herhangi bir yönetim kurulu üyesi veya pay sahibinin isteği üzerine yerel Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından atama yapılmaktadır.

Bağımsız denetime tabi olacak şirketlerin belirlenmesine dair 2012/4213 sayılı karar, 23 Ocak 2013 tarih ve 28537 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve 1 Ocak 2013 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bilahare 01 Ocak 2015 tarihinden geçerli olmak üzere,  01 Şubat 2015 tarih ve 29254 Sayılı Resmi Gazete´de yayımlanan 2014/7149 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 2012/4213 Sayılı Karar´da değişiklik yapılarak bağımsız denetime tabi olma kriterleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

  1. a) Aktif toplamı 50 milyon ve üstü Türk Lirası.                                                             b) Yıllık net satış hasılatı 100 milyon ve üstü Türk Lirası.                                                 c) Çalışan sayısı 200 ve üstü.

Buna göre yukarıdaki 3 kriterden 2´sini sağlayan şirketler bağımsız denetime tabi tutulmaktadır. Bağımsız denetime 01 Ocak 2015 tarihi itibariyle girilip girilmediğinin tespitinde; finansal tablolar ve çalışan sayısı bakımından 2013 ve 2014 yıllarındaki değerler esas alınmaktadır.

 

SPONSORLUK

 

Sponsorluğun temel amacı reklam ve tanıtım işlevinin yerine getirilmesidir. İşletme karlılığını artırmak, firmanın tanıtımını yapmak ve daha fazla pazar payı alabilmek amacıyla reklam ve tanıtım fonksiyonlarına sahip sponsorluk faaliyeti yapılmaktadır. Son zamanlarda bu amaçları gerçekleştirmek için sponsorluk yaygın olarak uygulanmaktadır. Yapılış tarzları itibariyle; ana sponsorluk, resmi sponsorluk ve aktivite sponsorluk olmak üzere üç ayrı tip sponsorluk söz konusudur.

Ana sponsorlukta, sportif, sosyal veya kültürel amaçlı bir faaliyetin yerine getirilmesi için tüm aktivitelerin finansal yönden kesintisiz ve limitsiz olarak desteklenmesi hedeflenmiştir. Resmi sponsorluk, ana sponsorluktan farklı bir şekilde, daha dar ve sınırlı bir bütçe ile yola çıkıldığından dolayı etkileri fazla olmayan bir tiptir. Aktivite sponsorluk, mikro düzeyde gerçekleştirilen etkinlikler dahilinde kendilerine ayrılan zaman ve zemin içerisinde önceden belirlenen medya araçları ile sınırlı olarak yapılan sponsorluk türüdür. Her üç türde de sponsorlar genellikle firma logolarını kullanmaktadırlar.Bu amaçla görsel ve yazılı medya tanıtım araçlarından büyük oranda istifade edilmektedir.Genel olarak günlük, haftalık ve aylık sürekli yayınlar, sektörel amaçlı yayınlar, fuar tanıtım broşürleri , pano, davetiyeler, flamalar, tanıtım filmleri toplantılar, internet sayfaları, web sayfaları vb. araçlardan yararlanılmaktadır.

Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre, kültür varlıklarının korunması ve kalıcı hale getirilmesi ile kültür envanterinin oluşturulmasına yönelik olarak yapılan bağış ve yardımların yıllık beyannameler üzerinde indirim konusu yapılmasına olanak tanınmıştır. Anılan kanunlara göre amatör spor kulüplerine yapılacak bağışların % 100’ü ile profesyonel spor kulüplerine yapılacak bağışların %50’si vergi matrahından indirim konusu yapılabilmektedir. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Sponsorluk Yönetmeliği ile gerçek ve tüzel kişilerin; federasyonlara, gençlik ve spor kulüplerine, sporculara, gençlik ve spor tesisleri ile faaliyetlerine sponsor olmaları ve reklam vermeleri ile ilgili usul ve esaslar düzenlenmiştir. Buna göre gençlik ve spor kulüplerine yapılan harcamaların sponsorluk harcaması olarak kabul edilebilmesi için sponsorluk alan kulübün bağlı olduğu federasyonun liglerine veya resmi müsabakalarına katılması şartı aranmaktadır. Söz konusu harcama belgelerinin gider olarak dikkate alınabilmesi için Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nce tasdik edilmesi zorunlu tutulmuştur. Ayrıca federasyonlar, gençlik ve spor kulüpleri, sporcular, gençlik ve spor tesisleri ile faaliyetlerine yapılacak harcamalara ait belgeler Genel Müdürlüğün kontrol ve tasdikine tabi tutulmuştur.

Genel ahlak ve adaba aykırı, zararlı ve kötü alışkanlıkları özendirici faaliyette bulunanlar, kamu ihalelerine katılmaktan yasaklananlar, ilgili mercilerce hileli iflas ettiğine karar verilenler, sponsorluk yapan ancak taahhüdünü yerine getirmeyen veya eksik yerine getirenler, vergi borcu ile Sosyal Güvenlik Kurumu’na prim borcu olanlar sponsorluk kapsamı dışında tutulmuş ve sponsorluk yapmalarına izin verilmemiştir.

Sponsorluk hizmeti yerine getirilirken kamu düzenini bozucu, siyasi, genel ahlak ve adaba aykırı, zararlı ve kötü alışkanlıkları özendirici, kanunlarla yasaklanmış yazı, logo, amblem ve benzeri işaretleri kullanılamamaktadır.

 

 

ELEKTRONİK TEBLİGAT

 

I-GİRİŞ

Vergi mükelleflerine kağıt ortamında yapılan tebligatların elektronik ortamda yapılabilmesini sağlamak amacıyla (VUK) Vergi Usul Kanunu’nda gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Bu amaçla Vergi Usul Kanunu’nun 107/A maddesinde “Bu Kanun hükümlerine göre tebliğ yapılacak kimselere, 93 üncü maddede sayılan usullerle bağlı kalınmaksızın, tebliğe elverişli elektronik bir adres vasıtasıyla elektronik ortamda tebliğ yapılabilir. Elektronik ortamda tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır. Maliye Bakanlığı, elektronik ortamda yapılacak tebliğle ilgili her türlü teknik altyapıyı kurmaya veya kurulmuş olanları kullanmaya, tebliğe elverişli elektronik adres kullanma zorunluluğu getirmeye ve kendisine elektronik ortamda tebliğ yapılacakları ve elektronik tebliğe ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.” hükmüne yer verilmiştir. Altyapısı bu şekilde tesis edilen elektronik tebligat ile ilgili olarak 456 seri numaralı VUK Genel Tebliği, 27.08.2015 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Sözü edilen uygulama, anılan tarihten itibaren ihtiyari, 01.01.2016 tarihinden itibaren de zorunlu kılınmıştır.

 

II-ELEKTRONİK ADRES KULLANMA ZORUNLULUĞU GETİRİLEN MÜKELLEFLER

Söz konusu tebliğ ile tebliğe elverişli elektronik adres kullanma zorunluluğu getirilen ve kendisine elektronik ortamda tebliğ yapılabilecek olanlar aşağıda belirtilmiştir. Bunlar:

  1. a) Kurumlar vergisi mükellefleri,
  2. b) Kazançları basit usulde tespit edilenlerle gerçek usulde vergiye tabi olmayan çiftçiler hariç olmak üzere; ticari, zirai ve mesleki kazanç yönünden gelir vergisi mükellefiyeti bulunanlar,
  3. c) İsteğe bağlı olarak kendilerine elektronik tebligat yapılmasını talep edenler,

Tebliğ hükümleri göz önüne alındığında elektronik tebligat adresi almak ve elektronik tebligat sistemini kullanmak bir zorunluluktur. Fakat zorunluluk kapsamında olmakla birlikte kendilerine elektronik tebligat yapılmasını talep eden kişilerin de sistemden isteğe

bağlı olarak yararlanabilmelerine imkan tanınmıştır. Yukarıda da ifade edildiği üzere anılan tebliğin yürürlüğe girdiği 27.08.2015 tarihinden 31.12.2015 tarihine kadar zorunlu olmayan uygulama, 01.01.2016 tarihinden itibaren bu kapsamdaki tüm mükellefler için zorunludur.

 

III-ELEKTRONİK ADRES EDİNİLMESİ

  1. a) Kurumlar Vergisi Mükelleflerinin Bildirimi ve Elektronik Tebligat Adresi Edinmesi;

Elektronik tebligat sistemini kullanmak zorunda olan kurumlar vergisi mükelleflerinin, 01.01.2016 tarihine kadar örneği tebliğ ekinde yer alan “Elektronik Tebligat Talep Bildirimi”ni kanuni temsilcileri veya elektronik tebligat sistemi ile ilgili işlemleri yapmaya yönelik özel yetki içeren noterde verilmiş vekâletnameyle yetkili kılınan kişiler aracılığıyla bizzat, kurumlar vergisi yönünden bağlı bulundukları vergi dairesine vermeleri gerekmektedir. Ancak mezkur tebliğde getirilen zorunlulukların başladığı tarihten sonra mükellefiyet tesis ettiren kurumlar vergisi mükellefleri ise işe başlama tarihini takip eden 15 gün içerisinde Elektronik Tebligat Talep Bildiriminde bulunmak zorundadır.

  1. b) Gelir Vergisi Mükelleflerinin Bildirimi ve Elektronik Tebligat Adresi Edinmesi;

Elektronik tebligat sistemini kullanmak zorunda olan gelir vergisi mükelleflerinin, 01.01.2016 tarihine kadar örneği tebliğ ekinde yer alan “Elektronik Tebligat Talep Bildirimi”ni kendileri veya elektronik tebligat sistemi ile ilgili işlemleri yapmaya yönelik özel yetki içeren noterde verilmiş vekâletnameyle yetkili kılınan kişiler aracılığıyla gelir vergisi yönünden bağlı bulundukları vergi dairesine bizzat vermeleri gerekmektedir.

Tebliğde getirilen zorunlulukların başladığı tarihten sonra mükellefiyet tesis ettiren gelir vergisi mükelleflerinin,  mükellefiyet tesisi sırasında bu zorunluluğa uymaları gerekmektedir.

  1. c) İsteğe Bağlı Olarak Kendilerine Elektronik Tebligat Yapılmasını Talep Edenlerin Bildirimi ve Elektronik Tebligat Adresi Edinmesi;

Tebliğ ile getirilen zorunluluk kapsamına girmeyen ancak isteğe bağlı olarak kendilerine elektronik tebligat yapılmasını talep eden tüzel kişiler ile tüzel kişiliği olmayan teşekküller internet vergi dairesi aracılığıyla başvurarak veya ikametgahlarının bulunduğu yer vergi dairesine bizzat veya elektronik tebligat sistemi ile ilgili işlemleri yapmaya yönelik özel yetki içeren noterde verilmiş vekâletnameyle yetkili kılınan kişiler aracılığıyla, KDV veya gelir (stopaj) vergisi yönünden bağlı bulundukları vergi dairesine başvuruda bulunarak sistemi kullanabileceklerdir.

 

IV-ELEKTRONİK TEBLİGATIN MUHATABINA İLETİLMESİ

Tebliği gereken evrak, elektronik imza ile imzalanacak ve vergi dairesi adına Başkanlık tarafından tebliğ yapılacak muhatabın elektronik tebligat adresine iletilecektir. Elektronik tebligat sistemine internet vergi dairesi üzerinden erişilecektir. İnternet vergi dairesi kullanıcı kodu, parola ve şifresine sahip olan gerçek ve tüzel kişiler şifreleriyle elektronik tebligat adreslerine ulaşacaklardır. İnternet vergi dairesi kullanıcı kodu, parola ve şifresi olmayan gerçek kişiler ise sisteme her girişte yapılan kimlik doğrulaması ile elektronik tebligat adreslerine erişeceklerdir.

Kanunun 107/A maddesi gereğince, elektronik imzalı tebliğ evrakı, muhatabın elektronik ortamdaki adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda tebliğ edilmiş sayılmaktadır.

Olay kayıtları, İşlem Zaman Bilgisi eklenerek, erişilebilir şekilde arşivlerde otuz yıl süreyle saklanacaktır.

 

V-ELEKTRONİK TEBLİGAT SİSTEMİNDEN ÇIKIŞ

Zorunlu veya ihtiyari olarak elektronik tebligat sistemine dahil olanların aşağıdaki durumlar dışında sistemden çıkmaları mümkün değildir.

Tüzel kişilerde ticaret sicil kaydının silindiği (nevi değişikliği ve birleşme halleri dahil) tarih itibarıyla, elektronik tebligat adresi kapatılır. Gerçek kişilerde ise ilgilinin ölümü veya gaipliğine karar verildiğinin idare tarafından tespit edildiği durumlarda ölüm/karar tarihi itibarıyla ilgilinin elektronik tebligat adresi re’sen kapatılır. Mirasçıların bağlı olunan vergi dairesine başvurması halinde de müteveffanın elektronik tebligat adresi kullanıma kapatılır.

 

VI-SORUMLULUK

Elektronik Tebligat Sisteminin Muhatabı;

  1. a) Elektronik Tebligat Talep Bildirimini süresinde, tam ve doğru olarak vergi dairesine beyan etmekle,
  2. b) Beyan edilen bilgilerde meydana gelecek değişiklikleri öncesinde veya en geç değişiklik tarihinde vergi dairesine bildirmekle,
  3. c) Elektronik Tebligat Talep Bildiriminde belirtilen tüm şartlara riayet etmekle,

ç) Sistem kullanımına ilişkin olarak kendisine verilmiş olan kullanıcı kodu, parola ve şifre gibi bilgilerini korumakla, üçüncü kişilerle paylaşmamakla ve başkasına kullandırmamakla,

  1. d) Sistem kullanımına ilişkin olarak kendisine verilmiş olan kullanıcı kodu, parola ve şifre gibi bilgilerin istenmeyen şekilde üçüncü kişilerin eline geçtiğini tespit ettiğinde derhal vergi dairesine bilgi vermekle,

yükümlü kılınmıştır.

Yukarıdaki sorumlulukların yerine getirilmemesinden doğacak hukuki sonuçlar muhatabın sorumluluğunda tutulmuş, tüm bildirimlerin vergi dairesine ulaştığı anda sonuç doğuracağı hüküm altına alınmıştır.

 

VII-CEZA HÜKÜMLERİ

Elektronik tebligat sistemine dahil olması zorunlu tutulanlardan, bu tebliğ ile getirilen yükümlülüklere uymayanlar için Vergi Usul Kanunu’nun Mükerrer 355 inci maddesindeki cezai müeyyide uygulanacaktır.

 

VIII-SONUÇ

Tebliğ kapsamında bulunan mükellefleri yakından ilgilendiren Elektronik Tebligat uygulamasına, 01.01.2016 tarihi itibariyle başlanılacaktır. Ancak bu tarihten önce bildirimde bulunanlara 01.10.2015 tarihinden itibaren elektronik tebligat yapılabilecektir. Dolayısıyla cezai müeyyideye muhatap olunmaması için tebliğ kapsamındaki tüm mükelleflerin tebliğ ile yapılan düzenleme kapsamında gerekli başvuruları zamanında yapmaları menfaatlerine olacaktır.

 

 

 

 

 

Kaynakça:  456 Seri Numaralı VUK Genel Tebliği

KURUMLAR VERGİSİ KANUNU’NA GÖRE ŞİRKETLERDE BÖLÜNME

 

Bölünme müessesesi Kurumlar Vergisi Kanunu’nda; “Tam Mükellefiyet Esasında Verginin Tarhı ve Ödenmesi” başlıklı ikinci kısım ile “Tasfiye Birleşme Devir ve Hisse Değişimi” başlığı altında dördüncü bölümde düzenlenmiştir. Mezkur yasanın 19/(3)-a maddesine göre “tam mükellef bir sermaye şirketinin tasfiye­siz olarak infisah etmek suretiyle bütün mal varlığını, alacaklarını ve borçlarını kayıtlı değerleri üzerinden mevcut veya yeni kurulacak iki veya daha fazla tam mükellef sermaye şirketine devretmesi ve karşılığında devredilen sermaye şirketinin ortaklarına devralan sermaye şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisseleri verilmesi”, Kurumlar Vergisi Kanunu uygulanmasında tam bölünme olarak kabul edilmiş ve “devredilen şirketin ortaklarına verilecek iştirak hisselerinin itibari değerinin %10’una kadarlık kısmının nakit olarak ödenmesi, işlemin bölünme sayılmasına engel değildir” hükmü getirilmiştir. Keza tam bölünmeyi kısmi bölünmeden ayıran en önemli unsur bölünen şirketin hukuki varlığının tamamıyla ortadan kalkmasıdır. Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 19. maddesindeki tanımı gereğince aşağıda belirtilen işlemler hisse değişimi veya bölünme olarak değerlendirilmektedir.Bu işlemler;

  1. Tüm Malvarlığının Aktarılması Suretiyle Bölünme ; Tam mükellef bir sermaye şirketinin tasfiyeye girmeksizin infisahı neticesinde tüm mal varlığı, alacak ve borçlarını Vergi Usul Kanunu’nda sözü edilen değerleme yöntemlerinden olan mukayyet değerleri üzerinden mevcut veya yeni kurulacak tam mükellefiyete tabi iki veya daha fazla sermaye şirketine devretmesi ve karşılığında devredilen sermaye şirketinin ortaklarına, devralan sermaye şirketinin ortaklarına verilecek iştirak hisselerinin itibari değerinin % 10’una kadarlık kısmının nakit olarak ödenmesi işlemin bölünme sayılmasına engel değildir. Bu şekildeki bölünme “Tam Bölünme”dir.

Tam bölünmede, şirketin tüm malvarlığı bölümlere ayrılır ve diğer şirketlere devrolunur. Bölünen şirketin ortakları, devralan şirketlerin paylarını ve haklarını iktisap ederler. Tam bölünüp devrolunan şirket sona erer ve unvanı ticaret sicilinden silinir.(TTK 159/1-a)

  1. Hisselerin Aktarımı suretiyle Bölünme ; Tam mükellef bir sermaye şirketinin, diğer bir sermaye şirketinin hisselerini, bu şirketin yönetimini ve hisse senedini çoğunluğunu elde edecek şekilde devralması ve karşılığında bu şirketin ortaklarına kendi şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisselerini vermesi. Bu şekildeki bölünme “Kısmi Bölünme”dir.

Kısmi bölünmede, bir şirketin malvarlığının bir veya birden fazla bölümü diğer şirketlere devrolunur. Bölünen şirketin ortakları, devralan şirketlerin paylarını ve haklarını iktisap ederler veya bölünen şirket, devredilen malvarlığı bölümlerinin karşılığında devralan şirketlerdeki payları ve hakları elde ederek yavru şirketini oluşturur. .(TTK 159/1-b)

  1. Bazı Kıymetlerin Aktarılması Suretiyle Bölünme ; Tam mükellef bir sermaye şirketinin veya aynı mahiyetteki yabancı bir kurumun Türkiye’deki işyeri veya daimi temsilcisinin bilançosunda yer alan gayri menkuller ve iştirak hisseleri ile üretim tesisleri, hizmet işletmeleri ve bu tesis ve işletmelere bağlı gayri maddi haklar, hammadde, yarı mamul ve mamul malların, mukayyet değerleri üzerinden mevcut veya yeni kurulacak tam mükellef bir sermaye şirketine, bu değerleri devreden şirketin ortaklarına verilmek veya devreden şirkette kalmak üzere, devralan şirketin iştirak hisseleri karşılığında ayni sermaye olarak konulması. Bu bölünme işlemi de Kısmı Bölünmenin bir çeşididir.

Kurumlar Vergisi Kanununun 19/(3)-a maddesine göre gerçekleştirilen tam bölünmelerde;

  1. Bölünen kurum ile bu kurumun varlıklarını devralan kurumların müşterek olarak imzalayacakları bir bölünme beyannamesini, bölünme tarihindeki bilanço ve gelir tablosunu, bölünme sözleşmesini ve bölünen kurumun varlıklarını devralan kurumların yeni sermaye yapısını gösteren Ticaret Sicili Müdürlüğü yazısını içerecek şekilde onbeş gün içerisinde bölünen kurumun bağlı bulunduğu vergi dairesine vermeleri,
  2. Bölünen kurumun varlıklarını devralan kurumlar, bölünen kurumun bölünme tarihine kadar tahakkuk etmiş ve edecek vergi borçlarından müteselsilen sorumlu olacaklarını ve bu vecibelerini yerine getireceklerini, bölünme beyannamesine ekleyecekleri bir taahhütname ile taahhüt etmeleri halinde, bölünme suretiyle münfesih hale gelen kurumun sadece bölünme tarihine kadar elde ettiği kazançlar vergilendirilecek, doğrudan doğruya bölünmeden kaynaklanan karlar ise vergilendirilmeyecektir. Mahallin en büyük mal memuru (defterdar) tarafından gerekli görülmesi halinde bu hususta bölünen kurum ile bu kurumun varlıklarını devralan kurumlardan teminat istenebilmektedir.

Yukarıda ifade edilen şekilde gerçekleştirilecek kısmı bölünme işlemlerinden doğan karlar hesaplanmamakta ve vergilendirme dışı bırakılmaktadır. Ancak  gerçekleştirilecek bölünme işlemlerinde bölünen kurumun bölünme tarihine kadar tahakkuk etmiş ve edecek vergi borçlarından bölünen kurumun varlıklarını devralan kurumlar müteselsilen sorumlu olmaktadırlar.

 

6102 sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu’na göre ise, sermaye şirketleri ve kooperatifler, sermaye şirketleri ve kooperatiflere bölünebilmekte iken, sermaye şirketleri şahıs şirketlerine bölünememektedirler. Anılan yasaya göre şahıs şirketi sermaye şirketlerine bölünememekte, sadece tür değişikliği yapılabilmektedir. Fakat sermaye şirketleri kendi türleri içinde bölünebilmektedir. Ayrıca tam ve kısmi bölünmede şirket pay ve hakları korunmakta iken, şirketin ortaklarına devralan şirkette pay verilmesi gerekmektedir. Bölünen şirketin ortaklarına bölünmeye katılan devralan şirketlerin tümünde veya bazılarında hisse verilebilmektedir.

İHTİRAZİ KAYITLI BEYANLAR

 

Vergi Usul Kanunu’nun 378. maddesinde, mükelleflerin vergi hatalarına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydı ile beyan ettikleri matrahlar ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları hükme bağlanmış ise de, iyi niyetli mükelleflerin korunması ve bu suretle uygulamaya etkinlik kazandırılması amacıyla, tereddüt ettikleri konularda yargı merciinin hakemliğine başvurmak için, beyannamelerine “ihtirazi kayıt” koyma ve bu suretle dava yoluna gidebilme imkanı tanınmıştır. Mükelleflerin, çeşitli nedenlerden dolayı vergilendirilmemesi gerektiğini düşündükleri bir kısım çekinceli beyan ettikleri kazançlarına karşı yargı yolunu açık tutmak, ihtirazi kayıt olarak tanımlanabilir.

İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27/3. maddesinde, ihtirazi kayıtla verilen beyannamelerin dava konusu yapılabileceği öngörülmüştür. Bu itibarla, mükelleflerin ihtirazi kayıtla verdikleri beyannameler üzerine tarh edilen vergileri dava konusu yapmaları yasal olarak mümkündür. Fakat mükelleflerin pişmanlık beyannamelerini ihtirazi kayıtla vermeleri ve bu şekilde pişmanlık hükümlerine göre tarh edilen vergileri de dava konusu yapmaları için hukuki bir engel bulunmamaktadır. Nitekim konuya ilişkin Danıştay kararlarının çoğu da bu yöndedir. Esas itibariyle ihtirazi kayıt mükelleflere tanınan kanuni bir hak olduğundan ve kanun tarafından pişmanlığa getirilmiş bir kısıtlama olmadığından pişmanlık dilekçelerinin de ihtirazi kayıtla verilmesi mümkündür. Dolayısıyla kanunun mükelleflere tanıdığı bir hakkın, normlar hiyerarşisi içerisinde kanundan daha zayıf bir norm gücüne sahip olan tebliğ, yönetmelik, genelge ya da muktezalarla kısıtlanması da yok hükmündedir.

Mükelleflerin beyan dışı kalan ve idari anlayışa göre matraha alınması gereken konuları kendiliklerinden haberdar etmeleri halinde dava yolunun kapalı olduğunu düşünmenin ve savunmanın bir anlamı yoktur. Zira, böyle bir düşüncenin kabulü halinde, kendi işlem ve beyanlarının doğru olduğu düşüncesinde olan pek çok mükellef, pişmanlık yolunu kullanmayarak, idarenin inceleme yapmasını beklemek durumunda kalacaktır. Pişmanlık yoluyla verilen beyannamelerde ihtirazi kayıt yolunu kapatmak ve mükelleflerin dava haklarını ortadan kaldırmak, neticede idari işlemi yargı denetimi dışında bırakmak anlamını içerir. Dolayısıyla pişmanlıkla verilen beyannamelerde ihtirazi kayıt konulması mümkündür. Bu durumda pişmanlık hükümlerine göre verilen beyannamelere ihtirazi kayıt şerhi konulmasında yasal bir engel bulunmamaktadır. Fakat Danıştay son yıllarda pişmanlıkla ihtirazi kayıt hakkının kullanılabileceği yönündeki anlayışından vazgeçerek karşı bir anlayış içine girmiş bulunmaktadır. Diğer yandan, mükellef vergi hukuku çerçevesinde zamanında yerine getirmediği şekli ve maddi ödevlerini pişmanlık şartlarında yerine getirmeye niyetlenirken vereceği beyannamede vergi matrahını kendisi belirlemede ve idare ile bu matrahı ıslah etmektedirler.

Mükellefler İhtirazi kayıtla beyanda bulunarak beyanname vermemenin veya eksik beyanda bulunma olasılığının olumsuz sonuçlarına karşı kendilerini koruyabilmekte ve ayrıca Vergi Usul Kanunu’nun 378. maddesindeki kuralın dışına çıkarak ihtirazi kayıtla beyanname verebilip dava açma hakkına sahip duruma gelmektedirler. Bu uygulama sonucuna göre vergi sorumluları, tereddüt ettikleri matrah veya matrahın belli bir tutarı için ihtirazi kayıtla beyanname verebilmekte ve davayı kazanmaları halinde, verginin tamamı veya bir kısmı ödenmiş ise ödenen kısmı, davayı kazanan vergi sorumlusuna değil asıl mükellefine iade edilmektedir.

 

E-beyanname uygulamasından önce, verilmesi gereken beyannamelere hukuki nedenler ve mevcut kanıtları içeren bir dilekçe ile ihtirazi kayıtla başvurula bilineceği gibi sadece beyanname üzerine “İhtirazi Kayıtla Verilmiştir” şerhi düşülmesi yeterli görülmekteydi. Ancak kağıt ortamında beyanname kabulü yok denecek bir seviyeye geldiğinden, artık elektronik ortamda verilen beyannameler, ihtiraza konu edilecek durumda iseler, e-beyanname sayfasına beyanname gönderim esnasında ekranda açılan “ihtirazi beyan” kutucuğu işaretlenerek gönderilebilmektedir. Beyana tabi olan vergilerde sorun bu şekilde ihtirazi kayıtla dava konusu yapılabilinirken, beyana tabi olmayan Motorlu Taşıtlar veya Eğlence Vergisi gibi vergilerde dilekçe ile değil, ancak ödemeye esas olan tahsil makbuzunun üzerine ihtirazi kayıtla ödendiği vurgulanıp ödemeyi takiben otuz gün içerisinde dava açılabilmektedir.

 

İhtirazi kayıt müessesesinin en önemli özelliklerinden birisi ihtirazi kayıt dilekçesi veren mükellefin açacağı davayı kazanması halinde sadece kendisini bağlamasıdır. Yani ihtirazi kayıtla beyanda bulunmayan aynı durumdaki mükellefler, verilecek yargı kararlarını lehlerine delil olarak gösterip yararlanma hakkına sahip değillerdir. Yasa koyucu, ihtirazi kayıt ile verilen beyannamelere ait tahakkuk fişinin düzenlendiği tarihi takip eden otuz gün içerisinde dava konusu yapmalarını öngörmüştür. Mükelleflerin ihtirazi kayıtla beyanda bulunmaları seçimlik bir hak olup, mükellefler dilerlerse ihtirazi kayıtla beyanda bulunabilirler. Bunun için herhangi bir yaptırım söz konusu değildir.

Sonuç itibariyle şunu ifade edebiliriz. Pişmanlık kurumu ve ihtirazi beyan uygulamasının amacı birbirinden farklıdır. Pişmanlık, zamanında yapılmayan bir beyan nedeniyle ödenmeyen bir vergi için, devletin zamanında tahsilat yapamaması ve dolayısıyla kayba uğraması nedeniyle, beyan ödevini zamanında yapmayan iyi niyetli mükelleflerin pişmanlık hali ile bildirimde bulunmaları ile affedilen ve dolayısıyla vergi cezası kesilmeyen ancak ekonomik kaybı önlemek için gecikme zammı oranında pişmanlık zammı uygulanan bir düzenlemedir. İhtirazi kayıt ise bundan tamamen farklıdır. Buradaki uygulamanın amacı, beyan edilen kazançlarda, mükellefler tarafından çeşitli nedenlerden dolayı vergilendirilmemesi gerektiği düşünülen bir kısım çekinceli beyan ettikleri kazançlara karşı yargı yolunu açık tutmaktır. Ancak ihtirazi kayıt mükelleflere tanınan kanuni bir hak olduğundan ve kanun tarafından pişmanlığa getirilmiş bir kısıtlama olmadığından pişmanlık dilekçelerinin de ihtirazi kayıtla verilmesi mümkündür

 

İNDİRİMLİ TEMİNAT UYGULAMASI

 

Katma Değer Vergisi (KDV) iade talepleri, mahsup veya nakit şeklinde yerine getirilmektedir. Özellikle nakit şeklindeki KDV iadelerinin bir an önce alınabilmesi amacıyla mükelleflerce vergi idaresine ilk etapta teminat verilmekte, akabinde Yeminli Mali Müşavir (YMM) tasdik raporu veya vergi inceleme raporuna (VİR) istinaden teminatlar çözülerek mükelleflere iadeleri yapılmaktadır. 26.04.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan KDV Genel Uygulama Tebliği ile teminat uygulamasındaki farklılıklar kaldırılarak aşağıdaki şartlara sahip olan tüm mükellefleri içerecek şekilde İndirimli Teminat Uygulamasından yararlanma imkanı getirilmiştir.

Buna göre aşağıdaki şartları taşıyan imalatçı ve ihracatçılar ile ihraç kaydıyla teslimde bulunan imalatçılara, bağlı oldukları Vergi Dairesi Başkanlığı/Defterdarlık tarafından, başvuru tarihini izleyen 15 gün içinde (İndirimli Teminat Uygulaması Sistemi) İTUS sertifikası verilmektedir. İTUS sertifikası için gerekli şartlar;

 

  1. A) Genel Şartlar;

 

Başvuru tarihinden önceki son üç takvim yılı içinde;

  1. a) Vergi mükellefiyetinin bulunması,
  2. b) Defter ve belgelerin ibrazından imtina edilmemiş olması (Mücbir sebep sayılan haller hariç)
  3. c) Her bir vergi türü itibariyle ikiden fazla beyannamenin verilmemiş olması,
  4. d) Sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleme/kullanma fiili nedeniyle özel esaslara tabi tutulmamış veya tutulmuşsa genel esaslara dönülmüş olması,
  5. e) Cari takvim yılı da dahil olmak üzere son iki takvim yılına ilişkin tam tasdik sözleşmesi bulunması,

 

Başvuru tarihi itibariyle;

  1. a) KDV iade taleplerinde özel esaslara tabi olmayı gerektiren bir durumunun bulunmaması,
  2. b) Vergi borcunun bulunmaması,

c)Sertifika başvurusundan önceki, iade talebinin bulunduğu birbirini izleyen son 5 vergilendirme dönemi itibariyle haklarında yazılmış YMM ve/veya vergi inceleme raporlarının olumlu olması.

Ancak yukarıda belirtilen genel şartları sağlayan Dış Ticaret Sermaye Şirketi ve Sektörel Dış Ticaret Şirketi statüsündeki şirketlere başka bir şart aranmaksızın İTUS sertifikası verilmektedir. ÖTV Kanunu’na ekli (II) sayılı listede yer alan tarifelerdeki taşıtların ihracatını yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren dış ticaret sermaye şirketi niteliğindeki imalatçılarda, iade talebinin bulunduğu birbirini izleyen son 5 vergilendirme dönemine ilişkin olumlu rapor şartı aranmamaktadır.

 

 

  1. B) Özel Şartlar;

 

  1. a) İlgili sicile kayıtlı olan,
  2. b) Ödenmiş sermayelerinin veya son bilançolarında kayıtlı sabit kıymetlerinin (gayrimenkuller hariç) amortisman düşülmeden önceki toplam tutarı 100.000 TL’yi aşan,
  3. c) Üretim kapasitesi ile bu kapasitenin gerektirdiği iktisadi kıymetlere sahip olduğu kapasite raporuyla teyit edilen,
  4. d) İmalat işinde 20 veya daha fazla işçi çalıştıran,

Genel şartları taşıyan mükelleflerden, son üç takvim yılı itibariyle yıllık 4 milyon ABD Doları veya son 5 takvim yılı itibariyle yıllık 2 milyon ABD Doları ve üzerinde ihracat yapanlara, bu şartları sağladıkları tarihi takip eden yılbaşından itibaren geçerli olmak üzere İTUS sertifikası verilmektedir.

 

Ancak yukarıdaki kapsamlarda olmayan mükelleflerden;

  1. a) Başvuru tarihi itibariyle son yıllık kurumlar veya gelir vergisi beyannamesinin ekinde yer alan bilânçoya göre en az;

* Aktif toplamı 40.000.000 TL,

* Maddi duran varlıkları toplamı 10.000.000 TL,

* Öz sermaye tutarı 20.000.000 TL,

* Net satışları 50.000.000 TL,

  1. b) Cari yıl dahil, başvuru tarihinden önceki takvim yılında aylık ortalama çalıştırılan kişi sayısı 50 veya daha fazla olanlara,

yukarıdaki genel şartları da taşımaları kaydıyla İTUS sertifikası verilmektedir.

SEKTÖREL DIŞ TİCARET ŞİRKETLERİ

 

 

I-GİRİŞ

Aynı üretim sektöründeki Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin (KOBİ) ihracat yapmak amacıyla belirli bir organizasyon dahilinde güçlerini birleştirerek, yurtdışı piyasalara açılmalarını temin etmek amacıyla; ihracat ve finansman, tedarik, nakliye, sigorta, gümrükleme v.b. konularda hizmet sağlayarak, dış ticarette uzmanlaşmalarını ve bu suretle daha etkin faaliyet göstermelerini temin etmek amacıyla kurdukları şirketler, “Sektörel Dış Ticaret Şirketleri” olarak tanımlanmıştır.

Ülkemizde ilk olarak, Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın 26.12.1996 tarih ve 22859 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Sektörel Dış Ticaret Şirketleri Statüsüne İlişkin Tebliğ” (İhracat 96/39) ile sektörel dış ticaret şirketleri modeli oluşturulmuştur. Bilahare 08.07.1998 tarih ve 23396 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 98/13 sayılı tebliğ ile bazı değişiklikler yapılarak mevzuatın belirlenmesine çalışılmıştır.

Bu bağlamda 95/7623 sayılı İhracat Rejimi Kararı’nın 3. maddesinin (k) bendi uyarınca yürürlüğe konulan “İhracat 2004/12” sayılı tebliğ kapsamında  2014 yılında “Dış Ticaret Sermaye Şirketi” statüsü verilen şirket sayısı 56 olmuştur.

II- KURULMA NEDENLERİ

a) İhracata ilişkin devlet yardımlarından öncelikli yararlanma,
b) İhracatta KDV iadelerinin kısa sürede alınabilmesi,
c) Tanıtım ve finansman ihtiyacı,
d) Ortak bir ürün yaratma,
e) Dünya ölçülerinde fiyat ve kalite standardının yakalanması,
f)  Nakliye sorunları,
g) Dış ticaret işlemleri konusundaki bilgi yetersizliği,
h) Sabit maliyetleri düşürebilme (sabit ihracat maliyeti; personel, sigorta, vb.),
ı)  Dış pazarlarda daha çok kabul görme,
i)  Eximbank kredilerinden çok daha uygun şartlarda ve doğrudan yararlanma,

 

 

III- SEKTÖREL DIŞ TİCARET ŞİRKET STATÜSÜ VERİLEBİLECEK ŞİRKETLER

  1. a) Normal yörelerde; aynı üretim dalında faaliyette bulunan, asgari 10 KOBİ’nin bir araya gelmesiyle en az 10 (on) milyon TL sermayeli anonim şirket olarak kurulması,
  2. b) Kalkınmada Öncelikli Yörelerde; aynı veya ayrı üretim dalında faaliyette bulunan ve bu yörelerde yerleşik asgari 5 KOBİ’ nin en az 5 (beş) milyon TL sermayeli anonim şirket olarak kurulması,
  3. c) Aynı üretim dalında faaliyette bulunan Üretici Dernekleri ve Üretici Birlikleri tarafından anonim şirket şeklinde ve en az 10 (on) milyon TL sermaye ile kurulması,
  4. d) Her bir ortağının sermaye payı, toplam şirket sermayesinin, Normal Yörelerde % 10 ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde % 20’sinden fazla olmaması,
  5. e) Hisse senetlerinin tamamının nama yazılı olması,

IV- BAŞVURU ŞEKLİ VE KABUL

Sektörel Dış Ticaret Şirketi (SDTŞ) sayılabilmek için Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracat Genel Müdürlüğü’ne müracaat edilmesi gerekmektedir. Bunu müteakiben gerekli şartları taşıyan şirketlere ŞDTŞ statüsü verilmekte ve konuya ilişkin karar Resmi Gazete’de yayımlanmaktadır.

V- AVANTAJLARI

  1. a) İhracata yönelik devlet yardımlarının hedef grubunu oluşturma ve bu yardımlardan öncelikle faydalandırılma,
  2. b) Şirket ortakları açısından Yeminli Mali Müşavir (YMM) raporu ve teminat mektubu olmadan KDV iadesi alma imkanları,
  3. c) Ham madde, yardımcı malzeme ve teknoloji ihtiyaçlarının daha ucuza temin edilmesi,
  4. d) Teminat mektubu karşılığında K.D.V iadesi alınması sonucu firmaların K.D.V yükünün hafifletilmesi,
  5. e) Sabit kıymet ve stoklardan kaynaklanan Katma Değer Vergisi iadesi alabilme olanağı,
  6. f) Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 11/c maddesine istinaden imalatçıların ihracatçılara ihraç kayıtlı olarak mal teslimi kapsamındaki satışlarda % 18’lik K.D.V kullanımı,
  7. g) Devreden Katma Değer Vergisi’nin daha çabuk eritilebilme imkanının olması,
  8. h) Yüklenilen KDV yerine % 18 K.D.V iadesi alabilme imkanı,

ı) Eximbank kredisi alınarak firmalara ucuz kredi imkanı sağlanması,

VI- DEZAVANTAJLARI

  1. a) Sipariş, finansman, karar ve yönetim süreci gibi konularda anlaşmazlıklar,
  2. b) Şirket ortakları arasındaki iç rekabet, kalite ve yönetim farklılıkları ve çatışmalar,
  3. c) Pazarlama ve dış ticaret faaliyetleri açısından bağımsızlığın yitirilmek istenmemesi,
  4. d) Ortak olan büyük firmaların şirkette söz ve karar sahibi konumuna gelmesi ve küçük firmaların yönetimde devre dışı kalma tehlikesi,
  5. e) Gümrük ve ihracat mevzuatındaki gelişmeler, navlun ve gümrük vergileri ile KDV iade oranlarındaki olumsuz gelişmeler,
  6. f) Ülke ekonomisindeki (enflasyon, kur politikalarındaki dengesizlik vb.) olumsuzluklar,

VII- SONUÇ

İhracatı artırmak, ülkemizdeki işletmelerin % 99’unu ve toplam istihdamın önemli bir bölümünü meydana getiren KOBİ’lerin uluslararası pazarlara açılmasını sağlamak amacıyla firmaların; ihracata yönelik faaliyetlerinde gönüllü olarak sermayelerini, bilgilerini, üretimlerini ve tecrübelerini bir araya getirmeleri nedeniyle  ölçek ekonomisinin sağladığı avantajlara sahip olunmasını destekleyici çeşitli modeller ortaya çıkmaktadır.

KOBİ’lerin gelişmesinde büyük önem arz eden Sektörel Dış Ticaret Şirketlerinin dezavantajlarına rağmen, avantajlı yönlerinin daha fazla olduğu söylenebilir. KOBİ’lerin üretim hacminin sınırlı olması, aynı zamanda kalite, fiyat ve marka sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Zira KOBİ’lerin kullandıkları hammadde ve ara mallarını küçük miktarlarda almaları, bu kalemlerde kalite standardı ve fiyat pazarlığı imkanını sınırlamaktadır. Bu da sonuçta ürünün fiyat ve kalite yönünden dezavantajlı olmasına neden olmaktadır.

 

GAYRİMENKUL VE  EMLAK KOMİSYONCULUĞU FAALİYETLERİNİN VERGİLENDİRİLMESİ

 

 

Gayrimenkulü, ister kiralamak isterse satın alınmak amacıyla arayanları bir araya getirme faaliyeti, “Emlak Komisyonculuğu” olarak tanımlanmaktadır. Bu konuda doğrudan bir düzenleme yapılmamakla birlikte 08 Temmuz 2003 tarih ve 25162 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan T.C. Sanayi Bakanlığı Mecburi Standart Tebliği’nde, emlak komisyoncusu “Gerçek hak sahiplerinin talebi üzerine düzenlenen süreli veya süresiz iş sözleşmesi yaparak; taşınmazın alımı, satımı, rehin vb. aynı hak tesisi gibi tüm hukuki ve teknik işlemleri ve kiralanması konusunda aracılık eden ve kiralama sonrası hizmetleri yerine getiren, bu konularda gerektiğinde danışmanlık, bilirkişilik ve ekspertizliğini yapan ve bunlarla ilgili olarak gerekli form, beyanname vb. belgeleri doldurabilen, bu iş ve işlemleri kendi adına açılmış bir iş yerinde yapan kişi veya kuruluş” olarak tanımlanmıştır. Mezkur tebliğde ayrıca “Emlak komisyoncusu, ilgili meslek odasına kayıt olmalı, emlak komisyonculuğu hizmetlerini meslek odasınca kullanıma sunulan sözleşmeyi düzenleyerek vermeli ve emlak komisyonculuğu dışında herhangi bir iş yapmamalıdır.” denilerek bu kurala uyulması istenmiştir.

Konuya vergi perspektifi açısından baktığımızda emlak komisyonculuğu geliri ticari kazanç olarak dikkate alınmakta; Gelir Vergisi mükellefleri tarafından Gelir Vergisi beyannamesi, Kurumlar Vergisi mükelleflerince Kurumlar Vergisi beyannamesi ile beyan edilmesi gerekmektedir.

Katma Değer Vergisi (KDV) Kanunu’nun 1/1 inci maddesinde; Türkiye’de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler Katma Değer Vergisi’ne tabidir. Dolayısıyla emlak komisyoncularının gayrimenkul alım-satım faaliyetinde bulunmaları halinde bu faaliyetleri genel hükümler çerçevesinde Katma Değer Vergisine tabi olacaktır. Fakat bazı durumlarda satılan taşınmazlar KDV Kanunu’nun 17/4-r maddesine göre Katma Değer Vergisi’nden istisna edilmiş olup, “Kurumların aktifinde veya belediyeler ile il özel idarelerinin mülkiyetinde, en az iki tam yıl süreyle bulunan iştirak hisseleri ile gayrimenkullerin satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimler ile bankalara borçlu olanların ve kefillerinin borçlarına karşılık gayrimenkul ve iştirak hisselerinin (müzayede mahallerinde yapılan satışlar dahil) bankalara devir ve teslimleri.” bu kapsamda mütalaa edilmektedir. Ancak emlak komisyonculuğu faaliyeti ile iştigal edenler 58 nolu KDV sirkülerinde izah edildiği şekli ile bu istisna hükmünden yararlanamamaktadırlar.

Büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde olsun veya olmasın, 150 m2 olan konut teslimlerinde % 1 KDV oranı uygulanmakta iken; 01.01.2013 tarih ve 2012/4116 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın 7. maddesi ile söz konusu KDV oranları münferiden, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu kapsamındaki büyükşehirlerde 01.01.2013 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yeniden tespit edilmiştir. Bu değişikliğe paralel olarak büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde daha önce 150 m2‘nin altındaki konutlarda uygulanan % 1 KDV oranı uygulamasına son verilerek Emlak Vergisi Kanunu’nun 29. maddesine göre tespit olunan m2 birim değerlerine göre belirlenecek sistem tesis edilmiştir.

 

2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Karara Ekli (I) sayılı listenin 11. sırasında “Net alanı 150 m2’ye kadar konut teslimleri…” nde KDV oranın % 1 olacağı belirlenmiştir. Anılan kararın 1. maddesine 2012/4116 Sayılı BKK ile (6) numaralı fıkra eklenmiştir.

 

Eklenen bu fıkraya göre ;

“(1) sayılı listenin 11 inci sırasında yer alan net alanı 150 m2’ye kadar konutlardan; 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu kapsamındaki büyükşehirlerde (16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında rezerv yapı alanı ve riskli alan olarak belirlenen yerler ile riskli yapıların bulunduğu yerler hariç), lüks veya birinci sınıf inşaat olarak yapılan ve ruhsatın sonradan revize edilip inşaat kalitesinin yükseltilmesi hali de dahil olmak üzere, yapı ruhsatının alındığı tarihte, üzerine yapıldığı arsanın 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 29 uncu maddesine istinaden tespit edilen arsa birim m2 vergi değeri;

 

  1. a) Beş yüz Türk Lirasına kadar (dahil) olan konutların tesliminde % 1,
  2. b) Beş yüz Türk Lirası ile bin Türk Lirası (bin Türk Lirası hariç) arasında olan konutların

tesliminde % 8,

  1. b) Bin Türk Lirası ve üzerinde olan konutların tesliminde % 18 vergi oranı,

uygulanmaktadır.

 

150 m2 ve üstü konutlarda ise % 18 KDV oranı uygulamasına devam edilmektedir.

 

 

Kaynak:

 

* 58 Numaralı KDV Sirküleri

* YÜCE, Mehmet. “Gayrimenkullerin Elden Çıkarılmasından Doğan Kazancın

Vergilendirilmesi”, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Şubat 2012m, Sayı 98.

* TUNÇ, Kadir. Lebib Yalkın.

* TEFENLİ,Kazim. “Bursa Bilanço-Ocak/Şubat 2013 Sayı 144”

 

 

BASİT USULE TABİ MÜKELLEFLERDE KDV UYGULAMASI

 

Götürü Usul olarak uygulama alanı bulan mükellefiyet şekli, 4369 Sayılı Yasanın yürürlüğe girmesiyle  “Basit Usul” olarak değiştirilerek kayıt dışı ekonominin sakıncalarını gidererek gerçek gelirin tespitine imkan verecek şekilde düzenlenmiştir. Götürü Usul ile Basit Usul arasındaki temel espri ise;  Basit usule tabi olan mükelleflerin defter tutmamakla birlikte, belge düzenleme mecburiyetlerinin bulunması ve basit usule tabi olan mükelleflerin belge düzenlemek zorunda olmaları, götürü usuldeki mükelleflerden farklı olarak beyanname vermeleri olarak izah edilebilir. 4369 Sayılı yasa ile Katma Değer Vergisi Kanunu (KDVK)’nun 38. maddesi yürürlükten kaldırılarak götürü usulde vergileme uygulamasına son verilmiştir. Fakat KDVK bakımından basit usulde vergilendirilen mükellefler için ayrı bir düzenleme yapılmadığı için, Gelir Vergisi Kanunu’na göre basit usulde vergilendirilen bu mükellefler, Katma Değer Vergisi açısından gerçek usulde vergilendirilen mükellef olarak mütalaa edilmişlerdir. Bilindiği üzere Basit Usule tabi vergi mükelleflerinin defter tutma zorunlulukları da bulunmamaktadır.

4842 Sayılı yasa ile basit usule tabi olan mükellefler tarafından yapılan teslim ve hizmetler genel olarak Katma Değer Vergisinden istisna edilmiştir. Ancak bu konuda özellik içeren bazı durumlar söz konusudur. Buna göre basit usulde vergilendirilen mükellefler, yaptıkları işlemler üzerinden KDV hesaplamadıkları gibi, bu işlemler dolayısıyla tanzim edecekleri belgelerde KDV’yi göstermeyecek ve “KDV dahildir”  veya aynı anlamı içerecek başka bir ifadeye yer vermeyecek olmalarıdır. Tanzim olunacak belgelerde bulunan KDV sütunu, mükellefler tarafından üzeri çizilmek suretiyle kullanım dışı bırakılmaktadır. 5362 sayılı yasa ile yetkilendirilen Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu tarafından basımı yapılan fatura ve perakende satış fişlerinin üzerindeki bu sütun, 4842 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi ile kaldırılmıştır. Ancak basit usule tabi mükellefler tarafından teslim edilen mal ve hizmetler dolayısıyla KDV hesaplanması, “KDV dahildir” ibaresi bulunan fatura ve perakende satış fişleri nedeniyle KDV beyannamesi verilmesi zorunlu olacaktır.

Basit usule tabi vergi mükelleflerinin satın aldıkları mal ve hizmet bedelleri üzerinden satıcıya ödedikleri KDV tutarları KDVK’nun 30. maddesine göre indirim konusu yapılamayacak, aynı yasanın 58. maddesine göre gelir vergisi matrahının tespitinde gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınabilecektir. Ayrıca bu işlemler dolayısıyla KDV iadesi de söz konusu olmayacaktır.

Basit usule tabi vergi mükellefleri tarafından KDV hesaplanması söz konusu olduğu veya yukarıda ifade edildiği durumlarda istisna halinin bozulduğu hallerde KDV beyannamesinin tanzim edilerek bağlı bulunulan vergi dairesi müdürlüğüne KDV hesaplanan dönemi takip eden ayın 24.günü akşamına kadar beyan ve 26.günü akşamına kadar, Hesaplanan KDV tutarının ödenmesi gerekmektedir.Basit Usul’e tabi olan mükellefler bakımından her ay KDV beyannamesi verilme mecburiyeti 01/07/2003 tarihinde yürürlüğe giren 4842 sayılı yasa ile sona erdirilmiş ve KDVK’nun 17/4-a maddesi ile KDV’den yukarıda ifade edilen şartlar dahilinde istisna edilmiştir.Dolayısıyla bu mükelleflerin KDV hesaplanmayan dönemler için KDV beyannamesi verme yükümlülükleri bulunmamaktadır.Basit Usule tabi vergi mükelleflerinin KDV istisnası uygulaması bakımından uyacakları esaslar 88 seri numaralı KDVK Genel Tebliğinde ayrıntılı olarak izah edilmiştir.Keza bu mükelleflere ait KDV  ve yıllık Gelir Vergisi Beyannamesi kağıt ortamında  veya mükellefin rızaen istemesi halinde elektronik ortamda da verilebilmektedir.Elektronik ortamda gönderilecek beyannamelerle ilgili düzenleme 340 ve 346 numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğleri ile 15 numaralı Vergi Usul Kanunu Sirkülerinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır.